bir pazarlığı tokalaşarak sonuçlandırmak
Fiil
el sıkarak anlaşmak, mutabık kalmak.
sıkı kontrolü altında bulundurmak
Fiil
birinin bir şeyi yapması için üzerine baskı yapmak
Fiil
bir şeyi kendi başına halletmek
Fiil
ödeme yapmak amacıyla elde hazır tutulan para
daima el altında olmak
Fiil
kasadaki ve bankadaki nakit
elimizde kalan mallar
İsim
dükkânda mevcut mallar
İsim
herşeyi hazırlayıp önüne koymak, hazıra/beleşe kondurmak, lâyık olmadığı/hak etmediği bir şeyi vermek.
bir kimsenin arzularına/isteğine ram olmak/boyun eğmek, istenileni seve seve vermek.
el inde boş bir ev olmak
Fiil
elinde çok işi olmak
Fiil
el de beş on kuruşu kalmak
Fiil
elde beş on kuruşu kalmak
Fiil
her tarafta(n), her yerde(n).
(a) elde/depoda (mevcut), emre âmade, hazır.
cash on hand: hazır/peşin para.
The supermarket has lots of oranges on hand.
I have a lot of work on hand: Elimde çok işim var. (b) kaçınılmaz, önüne geçilemez, (vukuu) muhakkak, (c)
ABD mevcut, hazır.
I will be on hand tomorrow.
bir bakıma, bir cihetten.
On the one hand I feel that to buy this house would be a good investment.
diğer taraftan, bundan başka, ayrıca, mamafih, fakat, lâkin.
I want the car very much, on the other hand I can't afford to buy it.
(satılmadan) elde kalmak
Fiil
elde mevcut (portföydeki) senetler
İsim
Sayıları bir elin parmaklarını geçmez.
(bir kimsenin) bir dediğini iki etmemek, etrafında dört dönmek, en ufak arzusunu yerine getirmek.
birinin etrafında dört dönmek, canla başla hizmet etmek.
Linda is spoiled because her mother waits on her hand and foot.